Birçoğumuz, kaçıyoruz
kendimize doğru… Tek başına kalıp kuytu bir köşede, iki elimiz arasına
aldığımız beynimizin yalnızlığındayız. Ne kadar kaçarsak kaçalım, yalnızlık,
diken gibi her yanımıza batıyor.
Acıtıyor, kanatıyor…
Geceler uzun, bir türlü
bitmiyor. Sabahın küçük bir ışığını umutsuzca beklemek ve son bir sigarayı,
ucuz içkinin baş döndüren fondipliğinde, yatağa uzanıp anlamsızca tavanın
boşluğunda hayatın geçmişini, tıpkı dramatik bir film şeridi uzunluğunda
aramak.
Bütün gizemler, sanki
kapının ardına saklanmış, sonra da birden karşımıza çıkıp tıpkı akvaryumdan
fırlayan bir balığın, tekrar suyunu özlemesi gibi umutlanıyor, sonra da yatağın
içinde büzülerek sıcak bir elin uzanmasını bekliyoruz.
Her yanımızdan yalnızlık
fışkırıyor…
Yalnızlık, yenilmek
midir yaşama? Pamuk ipliğinin yavaş yavaş aşağıya sarkması ve ardından birden
dibe çökmesi midir? Yoksa bir kedinin veya kuşların yemlendiği tabağa sinsice
yaklaşması mıdır? Sonra da kuşlar gibi uçup gidivermek midir, sonsuzluğa?
Üşümektir yalnızlık…
Buz kesen sokaklarda
amaçsızca yürümek, yürümektir… Kalabalığı gören gözlerde kimsecikler yoktur.
Kördür. Yalnızca terk ettiğimiz sevdalılar, beynimizde oradan oraya savrulur
durur. Belki de mazimizin gülücüğü kulaklarımızı tırmalar, acıtır, acıtır…
Boşlukta anlamsızca yürüyen bedenimizi, önce bir yorgunluk, sonra da kir
kaplar. Tırnaklarımız uzamış, içleri hayatın kirleriyle katranlaşmış, simsiyah
olmuştur. Su yüzü görmeyen saçlar, hayat gibi savruk, dağınık ve bit
yuvasıyla doludur. Kaşındırır da kaşındırır.
Sabah kahvaltıları birkaç
dilim mandalina ve ucuz şarap…
Dostlar ise sokakların
uyuz köpekleridir.
Ayaz; ince bir tişört,
yırtık ve kirden parlamış pantolon üstündeki pardösüden titreyen bedenin içine
doğru süzülür. Kirli pardösünüze sarılsanız bile, kulaklarınızı kapatamaz ve
buz keser. Dokunsanız bile hissetmezsiniz. Elleriniz çatlak, araları oluk oluk
kızarırcasına kan oturmuştur. Yırtık ve kokuşmuş ayakkabının içinde, tırnaklara
karışan ayaklarınızın beyaz teni kaybolmuştur. Nereye gideceğinizi
bilemeden, hep sıcak bir yuvayı özler durursunuz.
Ah o açlık!
İşte, bütün canlıların
canını yakan, iki lokma uğruna verilen kavgalar ve hiç bitmeyen savaşlar!
İki uyuyan köpeğin arasına atılan bir kemiğin ardından gelen dalaşma;
tıpkı kardeşin kardeşe ve dostun dostu yok ettiği gibidir.
İhanet çoktur
sokaklarda…
Adam, işte tıpkı böyle
bitikçesine havanın ayazlığındaki sokaklarda yürüyordu. Adamın adı mı? Ne önemi
vardı ki? Siz ona “Ahmet, Mehmet” veya “Yalnız Adam” da diyebilirsiniz. Onun,
bir tek dostu vardı. Yanında gezdirdiği “Only” ismini verdiği sokak köpeğiydi.
Cılız köpeğinin beyaz tüyleri de kirliydi.
Açtı, yorgundu… Sonunda,
kaldırımın köşesine çömeldi...
Köpeğine baktı,
yalanıyordu. Elindekileri köpeğine uzattı. Kafasını çevirdi. Sabahın erken
saatlerinde gördüğü lokantanın vitrininde dumanı tüten çorbalara özendi. Sonra
da köpeğine tekrar baktı. Bir vatandaşın, alüminyum kâsedeki çorbayla yanına
bırakılan ekmeğe sevindi. Bıyık ve sakalları arasında kaybolan solgun dudağıyla
gülümseyince, gözleri de güldü. Ekmeğini çorbasına bandırıp köpeğine de
uzattı.
Isınmıştı…
Ayağa kalktı.
Yürüdüğünde köpeği de peşin sıra geliyordu. Kar, hızını iyice artırmış, hava da
gittikçe buz kesiyordu. Yoruldu. ATM’nin yanındaki boşluğa kendini bıraktığında,
nefes nefeseydi. Uzunca öksürdü. Gelip geçenlerin acınası bakışlarından yine de
utanıyordu. Altına kartonları yerleştirdi. Naylon poşetini çıkartıp içine
köpeğiyle büzülerek bekledi. Kar, yine de naylonun üstüne, üstüne geliyordu.
Bedeni, gittikçe uyuşuyordu. Bir ara nefessiz kaldı. Naylonunu üzerinden fırlattı.
Görebildiği, tek çatısı
gökyüzüydü…
İnsanlar, bulanık
gözlerinin önünden umarsızca kayıp gidiyordu. Kimileri önüne bozuk para, kimisi
de poğaçasıyla böreğini bırakıp gidiyordu. Kadınlara baktı. Birçoğu rüküş ve
yanındaki sevgililerine sımsıkı sarılmıştı. Özenerek izledi, iç geçirdi.
Karısını koluna girmiş, vitrinlere bakarken hayal etti. Tekrar ciğerleri
parçalanırcasına defalarca öksürdü.
Köpeği uyuyordu…
Ayaz, kanını dondurmuş,
uykusunu getirmişti. Daha fazla dayanamadan cılız vücudunu yana devirdi.
Gözlerini yumdu. Rüyalara daldı. Büzülen vücudu tıpkı bir moloz yığını gibi
kardan kaybolmuştu. Köpeği uyanıp havlayınca, yoldan geçenler yine
umarsızca bakıyordu.
İki insan durdu, biri
kadın diğeri erkekti. Başında beklediler. Hareket yoktu. Köpek, sürekli
havlıyor, çevresine bir şeyler anlatmak istiyordu. Kadın, eğilip karları
temizlediğinde titreyen bir adamın vücudunu gördü. İçi sızladı. Üzüldü.
Yanındaki adama dönüp, “Sanırım evsiz…” diyebildi. Adam da çömelip yerde yatan
saçı sakalı birbirine karışmış adamı uzunca inceledi. O da üzüldü. Kadın,
“Nefes alıyor, yüzü donmuş, kıpkırmızı!”
dediğinde adam cep telefonu ile “183” ü tuşlayıp, karşısına çıkan yetkiliye
bulunduğu yerin adresini vererek, konuyu anlattı. Beklediler.
İnsanlar ise aceleyle koşuşturuyordu. Kadın, “Bunların sonu genelde hep
alkol, ya da kumardan” sözüne cep telefonu elindeki adam ‘Evet’ dercesine
kafasını salladı. Kadın, heyecanla anlatmaya devam etti: “… Benim kocamda çok
içerdi. Evlendiğimiz yıllar içkili olduğunu anlamamıştım. Meğerse gençliğinde
alkolikmiş. Benden uzun süre gizlemiş. Aslında kocam, zeki bir adamdı. İki yabancı dil bilirdi.
İşleri de iyiydi. Bir ara içkiyi ne güzel bırakmıştı, fakat eski bir arkadaşına
takılınca, sonu hiç de iyi olmadı.”
Adam:
“Çocuğunuz var mıydı?”
Kadın:
“İki kızımız oldu. Şimdi
onlar büyüdü. Birisi lise son sınıfta, diğeri ise Hukuk Fakültesi üçüncü
sınıfında okuyor.”
“Allah bağışlasın.
Eşinize sonra ne oldu?”
“Hiç sormayın, kocamın
işleri de bir ara çok iyiydi. Güzelde para kazanıyordu. Söylediğim gibi
arkadaşına uyunca, artık sabahları bile içki içer hale geldi. İçince kişiliği
değişiyordu. Beni ve çocuklarını dövmeye başladı. Patronu da işten kovunca,
evimize yiyecek alamayacak hale geldi. Belli bir süre bileziklerimi bozdurup
geçinmeye çalıştık.”
Çöpçü, süpürdüklerini
çöp kutusuna boşaltıyordu…
Köpek ise ayaklarını
temizliyordu…
Kadın, yerde yatan
adamın yüzünde biriken karları temizlerken anlatmaya devam etti: “… Kocamın içkisine
para yetiştiremiyordum. Kazak örüp satmaya çalıştım ama onu da beceremedim. Yün
alacak param bile kalmamıştı. Sonunda durumu aileme anlatmak zorunda kaldım.
Daha sonra da çocuklarımla birlikte onların yanına gittim.” Adam:
“Kocanıza ne oldu?”
“Evimizin kirası da
birkaç ay birikmişti. Ev sahibine durumu anlattık. Allah’tan adam, kiraları
istemedi de bize bağışladı. Evi boşalttık. Kocamın da gidecek yeri yoktu.
Akrabalarıyla da arası bozuktu. Kimse onu içkili halde istemedi. Şimdi
nerededir, neler yapıyordur, hiç bilmiyorum…”
İhanet çoktur
sokaklarda…
Kar, hızını artırmıştı.
Kadın, adamın üstünde biriken karları temizlerken yüzüne dokundu. Kocasına
benzetti. Yüreği acıdı. Sosyal Hizmetlerin aracından inen doktor, hemşire
ve yetkililer, yerde yatan adamın yüzünü hep birlikte temizleyip sedyeye
aldılar. Adam, ölgün gözleriyle gülümsedi. Bıyık ve sakallarında
biriken buzlar da hareket etmişti…
Köpek, sedyenin ardınca
geliyordu. Kadın, sedyeye bakarak yürüyüp uzaklaştıkça gözyaşları da karla
birlikte yanaklarından süzülüyordu…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder