01 Ekim 2022

DENİZDEKİ DOLMUŞ

İstanbul’un havası bugün her zamankinden farklıydı. Nem oranı tavan yapmış, insanlar nefes almakta zorlanırken, tiril tiril giydikleri vücutlarına yapışıyordu. Bulutlar parçalı bir halde tıpkı iki sevgilinin birbiriyle kavuşması gibiydi. Güneşin dik ve insanların beynini delercesine sıcak olduğu ortamda gölge yerler sığınılacak limandı. Delici güneşte dolmuş durağında kuyrukta bekleyenler ise şanssızlardı. Ellerine geçirdikleri ne varsa kafalarına tutuyorlardı.

Mavi ve süslü bir dolmuş son sürat durağa yaklaştı. Şoförün ani çaktığı frenle yolcular homurdanmalar arasında bir ileri bir geri gidip gelmişlerdi. Şoför minibüs henüz durmadan kapıyı açmasıyla kapı önünde birbirine geçmiş yolcular dışarı fırlarcasına inmek zorunda kaldılar. Müşteriler arasında “Ne biçim şoförsün! Doğru dürüst sürsene! Böyle fren mi yapılır? Balık istifi gibi müşteri mi alınır!” şeklinde bağıranlara şoför aldırış etmiyor, bıyık altından gülümsemesi dikiz aynasından belli oluyordu.

“Beyler, bayanlar lütfen biraz daha sıklaşalım! Bakınız dışarıda onlarca yolcu var!”

Arka koltukta oturan kadınlardan genç olanı, “Şoför efendi kendine gel! Sen para kazanacaksın diye insanların pis nefesini çekmek zorunda değiliz!” diye azarladığında diğer kadınlarda bu kadından kuvvet alıp onlar da bir iki çift laf söylediler. Şoför kapıyı kapattığında sinek gibi cama yapışan müşterilerin elbiseleri dışarıda uçuşarak gidiyordu. İçerisi oldukça havasızdı. Orta koltukta oturan yaşlı adam, yanındaki genç kıza mırıldandı. “Evladım şu pencereyi çekiver de içeriye biraz hava girsin…” Genç kız, cılız bedeniyle camı açmaya çalışsa da beceremedi. “Hay Allah sanki kaynak yapmışlar!” söylenmesiyle dişlerini sıkarak zorlamaya devam etti.

Şoför radyoyu açtı. Dikiz aynasına bakarak bastıra bastıra dayılanırcasına ortaya konuştu:

“Pencereyi açmayalım beyler, bayanlar! Arkadaki kelebek penceresinden gelen hava hepimize yeter! Ceyran yapıyor ceyran! Allah sizi inandırsın, geçenlerde boynum tutuldu. İki gün işe çıkamadım. Bizim karı boynumu ovdu ama olan iki günlük yevmiyeye oldu. Lütfen yani!”

Genç kız pencereyi daha fazla zorlamadan yerine oturdu. Zaten milim de kımıldatamamıştı. Yaşlı adam kafasını iki tarafa sallarken cebinden çıkardığı süt beyazı mendiliyle ensesini, ardından yüzünü sürekli silip durdu.

“Şiki şiki baba!” türküsü bile yolcuları neşelendirememişti. Oflayıp püfleyenlerin sesine şoför kulağını tıkamış, umarsızdı. Yolcular dolmuşun duraklara yaklaşmasını dört gözle bekler olmuşlardı. Zira, her durağa yanaşmak demek, kapının açılması ve içeriye biraz daha hava girmesi demekti. Dolmuş yokuş aşağıya iniyordu. Şoför radyonun kanalını değiştirdi. Çıkan kanaldaki spiker, hava durumundan bahsediyordu. “Sayın dinleyiciler, Balkanlar üzerinden gelecek soğuk hava dalgasının yaratacağı yağmur, İstanbul’da sele neden olabilir. Bu nedenle vatandaşlarımızın daha dikkatli olması gerekmektedir." uyarısını dinleyen cam kenarındaki müşteriler hep birlikte havaya doğru baktılar. Hava parçalı bulutlu ve bulutlar hızla kayıyordu. Şoför her durağa yaklaşmasında bilerek mi yoksa müşterileri istiflemek için mi frene ani dokunuyordu belli değildi. Yolcuların “Yavaş olsana!” bağırışlarına umarsızdı. Bulutlar, gittikçe kararmaya başladığında şoför ön cama kafasını yaklaştırıp “haydi hayırlı..” diyerek, cama düşen birkaç damla yağmuru sileceği ile bir çevirmelik sildi. Ardından gelen damlacıklar gittikçe çoğalıyordu. Şoför bu kez sileceği devamlı çalıştırmak zorunda kaldı. Gökyüzünden bardaktan boşalırcasına yağan yağmur hiç durmuyor, sileceklerin son ayarı bile yetişmiyordu. Sanki gökyüzü yarılmış, bütün sular yerle birleşmişti. Yolculardan dua okuyanlar çoğunluktaydı. Şimşeklerin ardından gelen gök gürültüleri oldukça şiddetliydi. Şoför, suların yükseldiğini görünce durdu. Arabasını uygun bir yere park edip bekledi. Rahattı. Önde oturan yaşlı adam, “Yaşım seksene dayandı, ben böyle bir tufanı ömrümde görmedim! İnşallah bizim eve bir şey olmamıştır…” sözünün ardından cep telefonu çaldı. Kemerine taktığı kutucuktan telefonunu zorlanarak çıkartıp baktı. Karşısında karısıydı. Feryat sesleri işitiliyordu. Yaşlı adamın yanındaki genç, “Amca hayırdır? Yüzün sapsarı oldu…” sözüne adam, uzun süre yanıt veremedi. Kulağındaki telefonu nice sonra kabına koyup şaşkınca boşluğa baktı. Gördüğü yalnızca yağmur taneciklerinin dolmuşun ön camından süzülen hızıydı. Genç, bir kez daha sordu:

“İyi misin amca?”

“Evim…”

“Evinize ne oldu amca? Yok, yok sen iyi değilsin, 112’yi arayalım mı?”

Yaşlı adam nohut büyüklüğünde boncuk boncuk ter içindeydi. Kalbini tutarak konuştu:

“Evimizi su basmış, bütün eşyalarımız mahvolmuş!”

Arka koltukta oturan genç kadın:

“Amca sakin ol. Eşinize bir şey olmuş mu?”

“Şükürler olsun iyi. Korkudan komşumuza kaçmış.”

“Üzülme bak hiç olmazsa eşiniz hayatta. Eşya dediğiniz nedir ki, yeniden alırsınız…”

“Ona defalarca söyledim, bak dünyada küresel ısınma var. İnsanlar artık rahat durmuyor. Yeşil alanlardaki ağaçları kesip yerine alışveriş merkezleri ve binalarla dolduruyorlar. Dağlardaki taşları almak için ormanları mahvediyorlar. Barajlar için dünyanın damarları olan dereleri yok ediyorlar. Gel üst katlardan bir ev alalım, dedim. Beni dinlemedi ki!”

Yağmur dinmiyordu. Fırtınayla birlikte ortalığı aydınlatan şimşekler gök gürültüsüyle birlikte ürkütücü bir hal alıyorlardı. Arkada oturan orta yaşlardaki adam da konuştu:

“Amca eviniz sizin miydi? Sigorta yaptırmış mıydın?”

“Ah ne gezer.. kiraydı. Karnımızı zor doyuruyoruz, sigortayı nasıl yaptıralım? Yıllardır sakladığım babamın hatıraları duruyor mudur? Ya kitaplarım? Şimdi ben bir daha hangi maaşla alırım onca eşyayı? Mahvoldum! ”

“Üzülmeyin artık. Siz de üst katlardan bir ev tutarsınız…”

“Evladım artık bu devirde taşınmak öyle kolay değil. Hem üst katlarda bu yaştan sonra ne yaparız? Benim ayaklar zaten zor yürüyor. Asansörlü evlere güç mü yeter? Kilolu yengenle bu yaştan sonra merdivenleri nasıl çıkarız?”

Yağmur arada bir yavaşlasa da hiç dinmiyor hatta şiddetini zaman zaman artıyordu. Dolmuştan bakıldığında hiçbir yer görünmüyordu. Şoför rahattı. Arada bir radyonun kanalını değiştirip müzik dinliyor, bazen de haber kanallarını arıyordu. “Son dakika” anonsuna herkes pür dikkatti. “Sayın dinleyiciler, İstanbul son yılların en şiddetli…” sözüyle gök gürültüsünün şiddeti sanki yıldırımı dolmuşun içine düşürmüştü. Herkes “Bismillah!” diyerek koltukların altına saklanmak istedi. Orta sıradaki saçları pamuksu yaşlı kadın bildiği bütün duaları sesli okuyunca dolmuşun içinde mevlit okunuyor gibiydi. Her duanın ardından uzatmalı “Amin..” sesleri herkesi rahatlatıyordu. Şoför,

“Parasını uzatmayan var mı?”

"Bu ne lahana bu ne perhiz, acelen ne? Ortalık Nuh tufanına dönmüş, sen nelerden bahsediyorsun şoför efendi!” diyen müşteriler sinirliydi.

Şoför rahattı.

Üniformasındaki armada liseli olduğu belli olan genç kız,

“Aksiliğe bakın ya, bugün sınavım vardı. Yetişemeyeceğim!”

Yanındaki altmış yaşını aşkın sakallı adam sakalını sıvazlayarak konuştu,

“Kızım ortalığı görmüyor musun? Ya hepimiz şuracıkta mevta olsak daha mı iyi olurdu?

Kız kulaklığını çıkarttı.

“Amca mevta ne demek?”

“Başına gelince görürsün…”

Kızın yanındaki yaşlı teyze,

“Kızım amcan hep birlikte öbür dünyaya gitmekten bahsediyor…”

Kız, elini buğulu cama birkaç kez vurarak

“Şeytan kulağına…”

Şoför silecekleri kontağı açıp bir kez daha çalıştırdı. Görebildiği, yağmurun şiddetle yağmaya devam etmesiydi. Yanında oturan yaşlı adama buğulanan camı silmesini istedi. Yaşlı adam birkaç el hareketiyle camı sildi. Gördüğü vapurun yakınlığına şaşırdı. Eğilerek aşağıya baktı. Dolmuş denizin içindeydi.

Yaşlı adam:

“Beni birisi çimdiklesin!”

Şoför:

“Hayırdır amca ne oldu ki?”

“Evladım sen bizi denizin ortasına mı getirdin?”

“Ne denizi amca, rüya mı görüyorsun? Aha biraz önce otobüs durağının ön tarafına park etmedik mi ?”

Arka köşede oturan delikanlı şoförü tasdikledi.

“Evet”

“Eyvah!” diyen çığlık herkesi korkutmuştu. Şoför:

“Hayırdır abla, ne oldu?”

“Elinin körü oldu! Ne ablası önce dikiz aynasından bir bak bakalım abla yaşta mıyım ben?”

“Ne kızıyorsun abla, yüzündeki boyaları silsen nerdeyse annem yaşında olursun.” dediğinde kadın, daha da kızdı. Fazla dalaşmadan şoförün cahilliğine verip susmayı tercih etti.

Şoför sakindi.

“Heyecan yapmayın abilerim, ablalarım! Dolmuşumuz son teknolojinin ürünüdür.”

Şoförün arkasındaki sarışın kadın:

“Ayol arabanın her tarafı dökülüyor, teknoloji bunun neresinde?”

Kadın ayaklarını yukarı doğru kaldırdı.

“Şoför efendi, sular gittikçe yükseliyor, neredeyse oturduğumuz yere kadar geldi.”

“Gelsin hanımefendi, gelsin…”

“Sabahtan beri sizi izliyorum, bu ne pişkinlik? Ortalık yıkılıyor, birazdan denizin içinde kaybolup gideceğiz, Allah’ını seversen bu ne rahatlık, he?

“Korkmayın baylar, bayanlar…”

Aracın içi rutubetten hamama dönmüştü. Yolcular terliyor, ayakta duran orta yaşlardaki adam, oturanlara bağırdı.

"Bir Allah’ın kulu bile yer vermedi! Ayaklarıma kara sular indi! Gençlerin ellerinde telefon, kafası hep ya önlerinde ya da dışarıda, bari bir şey görseler gam yemeyeceğim!”

Arka sırada köşe de oturan genç söylenerek yer vermek zorunda kaldı, iyiliği başa kakarcasına.

“Ben de para veriyorum. Kabahat şoförde, ayakta yolcu almasaydı”

Çok sakin görünen şoför bu söze kızdı.

“Sizleri içeriye zorla mı bindirdim? Kapıyı açınca içeri üşüşmesini biliyorsunuz!”

“Tövbe estağfurullah!” sözleri hep birlikte yükselince şoför sustu.

Genç kadın aniden kalkıp koltuğun üstüne çıkınca kafasını tavana vurdu. Çıkan ses gök gürültüsünden şiddetliydi. Şoför:

“Yavaş ablam yavaş, arabanın daha borcu bitmedi. Bir de bize masraf çıkartma bu saatten sonra!”

Kadın kafasını tutarak acı içinde:

“Şuna bak yahu! İçeride boğulacağız şoför nelerden bahsediyor! İnsan önce bir kere geçmiş olsun der!”

Şoför kaşları çatık dikiz aynasına bakarak sileceği kapattı. Vapurun sireni gök gürültüsüne karışıyordu. Ayakta bekleyenler sıkılmıştı. Nefesleri birbirine karışmış, terliyorlardı. Kapıya yaslanan orta yaşları geçkin adam, daha fazla dayanamadan şoföre seslendi:

“Lütfen kapıyı açar mısın, inmek istiyorum! Daha fazla durursam kalpten gideceğim!”

“Tabi açayım açmasına da yüzme biliyor musun? Hem kapıyı açarsam bir anda kendini denizde bulursun! Açayım mı?”

Adam sustu. Yanıt vermedi.

Dolmuş içindeki suların gittikçe yükselmesi yolcuları tedirgin etmişti. Hatta birçoğu koltukların üstüne çömelmişti. Kır saçlı, siyah çerçeve gözlüklü elinde kitapları olan adam ortaya konuştu:

“Beyler bayanlar biliyorum hepimizin morali bozuk, son yılların en büyük afeti ile karşı karşıyayız. Birbirimizin moralini bozmayalım. İsterseniz size güzel bir fıkra anlatayım ne dersiniz?”

Genç kız, kulaklığını çıkarttı.

“Ağabeyim doğru söylüyor. Hem moralimiz yükselir. Anlat ağabeyim şöyle güzel bir fıkra da, moralimiz yerine gelsin”

“12 Eylül İhtilali yıllarında bir adamın bir papağanı varmış. Adam ne sağcı ne solcu ne komünist ne de faşistmiş. Bir gün adam papağana, ‘bak papağan ben bugün solcuları eve çağıracağım onlar gelince ‘yaşasın solcular!’ diye bağıracaksın’ demiş. Bizim papağan solcular gelince başlamış ‘Yaşasın Sağcılar!’ diye bağırmaya. Bunu duyan solcular adamı bir güzel dövmüşler. Adam bakmış papağan sağcılar diye bağırınca ertesi gün sağcıları çağırmaya karar vermiş. Sağcılar gelmiş bizim papağan başlamış, ‘Yaşasın solcular, yaşasın solcular!’ diye bağırmaya. Bunu duyan sağcılar adamı bir güzel dövmüşler. Buna sinirlenen adam papağanın tüylerini koparıp kümese atmış. Tavukların hepsi kahkahalar atıyor. Sonra bizim papağan, ‘ne gülüyorsunuz fahişeler ben sizin gibi fuhuştan değil, siyasetten girdim içeri” sözünden sonra kimse gülmedi. Herkes damlacıklar arasından dolmuşun denizle birleşmesini seyrediyordu.

Korku, zaman ilerledikçe yüzlerde daha belirginleşiyordu Fıkrayı anlatan adam anlattığına pişmandı. “Bu millete ne anlatırsan anlat, yüzü gülmüyor.” diyerek kızgınlığı arasında su içinde kalan ayaklarını daha da yukarı kaldırdı. Tedirginlik yerini panik havasına bırakmıştı. Artık bağırıp çağırmalar karşısında şoför devreye girmek zorunda kaldı. “Baylar, bayanlar, kaptanınız konuşuyor. Korkmayınız, şoförünüz olarak her türlü tedbiri almış bulunmaktayım. Şu anda dolmuşumuz denizle birleşti. Eskiden böyle bir şey olacağı söylenseydi, gülerdiniz değil mi? Aranızda yüzme bilmeyenleriniz var mı?”

Yanında oturan yaşlı adam,

"Evladım, bu yaştan sonra hangi nefesle yüzeyim?”

Orta sıradaki yaşlı kadında ona benzer bir şeyler söyledi. Birkaç müşteri de yüzme bilmediklerin söyleyince şoför rahat tavrıyla, “Değerli yolcularımız panik yok! Panik yok! Merak etmeyin kimse ölmeyecek. Şimdi koltuklarınızın altına doğru eğilin. Orada can simitlerini göreceksiniz. Onları alıp hemen takıyorsunuz”

Ayakta bekleyen yolculardan birisi söze girdi.

“Peki biz ne olacağız?”

Şoför güldü. Kontağı çevirip silecekleri çalıştırdı.

“Hiç sizleri düşünmez olur muyuz? Size de var"

Yağmur hafiflemiş, yolcular bellerindeki can simitleriyle bekliyorlardı Pencere kenarında oturan adam tıkırtıları duyunca eliyle buharlaşan camı sildi. Başında itfaiye şapkası olan kara bir yüzün kendine gülerek baktığını görünce sevindi. “Kurtulduk!” diye bağırınca içeride sevinç nidaları son bulmuyordu. Şoför, "Kaptanınız vapuru, pardon dolmuşunuzu sağ salim durağa yaklaştırmıştır.” Fıkraya gülmeyenler bu kez kurtulmanın sevinciyle gülüyorlardı.

Not: Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yazılarım E-Güven Şirketince tasdik edildiğinden izinsiz hiç bir yolla çoğaltılamaz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yapay Zeka Robot Olivia

            3028 yılında patlak veren Yedinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünya nüfusu sadece bir milyar kalmıştı. İnsanlar, bütün ülkelere sıçr...