Her insan, bir hikâyedir veya romanların birer kahramanlarıdır. Bursa Yalova yolu üzerinde yıkılıp yeniden yapımına başlanan PTT binasının hemen karşısında meşhur bir bozacı vardı. Vardı diyorum, çünkü lezzetli bozalarının yapımına bir süre ara verdiler. Buranın sahibi şu anda doksan beş yaşlarındaki Hüseyin Dilaver, artık yaşlandı ve evine çekildi. Apartmanlarının altındaki dükkânına ara sıra uğrayıp, sıcak bir çayın deminde eski günlerini duvardaki fotoğraflarına bakarak anıyor. Hüseyin Amca, Bulgaristan’ın Kubrat kasabasında 23 Kasım 1923’de doğduğunda Türkiye Cumhuriyeti de doğalı henüz bir ay olmuştu. Hüseyin Amca yakınlarındaki Tutrakan kasabasına gidip oradan aldığı cam gibi parlak şaraplık merlot üzümlerini tezgâhında satardı. Ailesine destek verdiği yıllar yirmili yaşlardır.
Yaz ayının ortalarıydı. Tezgâhı gölge bir yerde olmasına rağmen Eyyâm-ı bûhur insanları olduğu yerde sırılsıklam ediyordu. Hüseyin Amca da ensesinde ıslak bir mendille tezgâhın başında ter içinde kalıyordu. Tutrakan kasabasına girilir girilmez görülen Tuna nehrinin suları öylesine güzel parlıyordu ki, gümüşten farkı yoktu. O nehrin üstünden uçuşan kuşlar ise özgürlüğün timsaliydi. Her evin arasındaki boşluk ise yeşillikti ve birçoğunun genişçe bahçesi olurdu. Bahçelerde çeşitli meyve ağaçları ile çevresindeki renk cümbüşü çiçeklerin görüntüsü şahane bir tabloyu andırırdı. Tutrakanlılar sokakta ellerinde çanta gibi şeyler yerine olta taşırken sırtlarında ağlar eksik olmazdı. Yürürken ağların altında insanlar adeta kaybolurlardı. 17.yy’da bu kasabayı ziyaret eden büyük Osmanlı gezgini Evliya Çelebi, bu nehir kasabasında yaşayanlar için, ‘Tuna’nın efendileri.’ olarak tanımlamış. Seyathamesinde sadece erkeklerin değil, kadınların da balıkçılıkla uğraştıklarını belirtmişti. Geniş limanında yüzlerce balık kayığı demir atarken, tutulan Morina balığı Avrupa’da oldukça rağbet görmüş. Balığın taze kalması ve uzak yerlere kadar ulaşabilmesi için tuzlandıktan sonra dikkatlice ipek bir kumaşa sarılırmış. Tutrakanlılar, bin bir balık tutma ve muhafaza yöntemlerini bildikleri gibi balıktan da lezzetli çorba ve yemekler yaparlarmış.
Günlerden pazar ve eylül ayının da ilk günleriydi. Kasaba bugün neredeyse boşalmıştı. Tutrakanlılar, Şumentsi köyü yakınlarındaki “Askeri mezarlık 1916” ismini taşıyan anıt mezarlığında anma törenleri ve ayin için gitmişlerdi. Burada Bulgar, Romen, Alman ve Türk olmak üzere sekiz bin asker yatıyordu. 1941 yılında başlayan bu anma törenlerinin yapıldığı anıt mezarlığı, Bulgaristan’ın en büyük askeri mezarlığıydı. Mezarlığın tam ortasında dikili taş üzerinde Bulgarca, Romence, Almanca ve Türkçe şu sözler yazılıydı “Vatanları uğuruna hayatını kahramanca feda etmeyi bilenlere – saygı ve zafer.” Hüseyin Amca da tören dönüşü tezgâhta beklemekten yorulmuştu. Kubrat’a gidip gelmek bütçesi yanı sıra zamanını da alıyordu. Sonunda kasabadan bir ev tutmaya karar verdi. Bulduğu ev bahçeliydi. Ev sahibi ile bir odası için anlaşıp tuttu. Gündüzleri tezgâhında üzümleri sattıktan sonra burada konaklıyordu. Ev sahibinin güzel bir kızı vardı. İş bitiminde sohbet ederlerdi. Kız bir sohbette abisinin İstanbul’da okuduğunu ve birçok kitabının bodrum katında geniş bir sandığın içinde saklı olduğunu söyler. (Bulgaristan Hükumeti yasaklamış da olabilir.) Hüseyin Amca kitapları merak eder. O yıllarda ders kitaplarının dışında başka bir kitap görmemiştir. İzbe görünümlü depoya kızla birlikte inerler. Kız sandığı açtığında üstte duran bir kitaba dikkatle bakan Hüseyin Amca alıp üzerindeki tozu biraz ileri giderek üfler. Yazıları belirginleşen kitabın üzerinde “Nutuk” yazar. Kızdan rica edip okuyup geri vereceğini söyler. Kitapları karıştırıldıkça arasından Afet İnan’ın “Umum Türk Tarihi” kitabı dikkatini çeker. Sayfalarını çevirdikçe tozlar ortalığa saçılır. Onu da ister. Kız gülümser ve kitapları verir. Hava kararmıştır. Hüseyin Amca odasına çekilir. Gaz lambasının ışığını daha da açar ve yatağının başucuna koyup uzanarak okumaya önce Atatürk’ün yazdığı Nutuk’tan başlar. İlk sayfalarını çevirir, Atatürk’ün Samsun’a çıkışla TBMM’nin Toplanmasına Değin Geçen Dönem” Bölümünü çevirip okumaya başladığında, sözcüklerin birçoğunu anlayamaz. Diğer kitaba göz gezdirirken yorgunluktan uyuya kalır. Sabah uyanır uyanmaz kitabı tekrar gözden geçirir. Giyinip dışarı çıktığında ev sahibini görür. Bir koşu odasına gidip Nutuk kitabını alır ve ona gösterir. Ev sahibi, yazıların genelde Farsça kelimeler olduğunu söyler. Hüseyin Amca, bir gün üzümleri kalmadığında öğleden sonra saat üçte, Rusçuk şehrine gider. Önüne çıkan orta yaşlarda bir adama, Farsça-Türkçe sözlüğü nasıl bulabileceğini sorar. Adam, ona yakınlarda bir kütüphaneyi tarif eder. Kütüphane sorumlusuna istediği sözlüğü sorar. Görevli kitaplar arasında dört dolanır ve “Bulamadım.” diye döner. Hüseyin Amca çok üzülür. Dışarı çıkmak üzereyken, arkasından bir sese dönüp bakar. “Evladım, şimdi hatırladım, sen gel benimle…” diye kitapların arasından sözlüğü bulup Hüseyin Amca’ya verir.
Akşama doğru elinde sözlükle evine yakın kurduğu tezgâhına gelir. Satış sonrası odasına geçerken ev sahibinin kızını görür. Ona elindeki üzüm poşetini verir. Yorgun bir halde tahtadan yapılma, üzerinde çarşafların kirden sarardığı, yorganın ise eşek ölüsü gibi ağır olduğu yatağına uzanır. Gözlerini kapatıp yarım saate yakın uyuyup uyandığında heyecanlıdır. Pencereye yakın tahta sandalyeye oturur. Zaten pek eşyası da yoktur. Tahta masanın üzeri kıymıkların başkaldırmasıyla kırçıllıdır. Nutuk kitabıyla aldığı sözlüğü yan yana getirir. Anlamadığı sözcükleri cebinde taşıdığı küçük kurşun kalemle hem deftere hem de kitaptaki sözcüklerin altına küçük harflerle yazar. Yazarken öğrenir. Atatürk’ün “Bir vatan nasıl kurtulur?” mücadelesini artık çözmüştür. Kitapta dikkat çektiği bölümlerden birisi de şapka devrimidir. Aklına kendi köyü ile uğradığı Tutrakan Kasabasının belli bölgelerinde yaşayanların kafaları bezlerle sarılı olanlar gelir. “Bu devrimin ucundan ben de tutmayım.” dediği tarih 1943’dür. 1 Mart 1941 tarihinde Bulgar Hükumeti Hitler ile Viyana’da Faşist Hitlerci Bloka katılmasına ve halkın buna karşı direniş göstermesine rağmen altı yüz bin kişilik ordusuyla Bulgaristan’ı işgal etmişti. Hitler’in planı Türkiye, oradan da Rusya ulaşmaktı. Ancak İsmet İnönü kurnaz ve akılcı politikasıyla ülkesine Hitler’i sokmayacaktı.
Hüseyin Amca, yaşadığı toprakların savaş kokusunda, Nutuk’tan oldukça etkilenir. Kolları sıvar ve Tutrakan Kasabasının ilkokul öğrencileriyle birlikte bir bayram günü topladıkları şeker ve tebrik kartlarını sattıklarına üzüm paralarını da ekleyerek şapkalar alır. Bunları köylerindeki gençlerin sarıklarını çıkartarak taktırır. Daha sonra onlarla birlikte çektirdiği fotoğrafın altına da şu notu bırakır, “Bulgaristan’ın Tutrakan Kasabasının İlkokul öğrencileriyle fakir talebeler için bayram tebrikleri halka serpiş ediyorduk. 1943 Hüseyin Dilaver.” Bir başka fotoğrafının arkasına ise şu notu düşüyordu, “O tarihte yirmi yaşında idim. Bu fedakârlık inanın ki benim ilk milli görüş inancımdan doğmuştur. 7.6.1980
Not: Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yazılarım E-Güven Şirketince tasdiklendiğinden izinsiz hiç bir yolla çoğaltılamaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder