11 Ekim 2022

BİSİKLET SEVDASI

Yıl 1969 Önceleri Perşembe pazarı ile Cebeci tren istasyonuna yakın bisikletçiyi arşınladık. Üç, hatta dört tekerlekli bisikletlerin turu yirmi beş kuruştu.. Gözümüz hep iki tekerlekliye binenlerde olurdu. Nasıl bindiklerine şaşırır, “Biz de bir gün böyle binebilecek miyiz?” diye kardeşlerimle söylenirdik. Neyse ki, yaşımız ilerledikçe iki tekerlekliye binmeyi de öğrenmiştik. Altmış sekiz kuşağının ABD’ye “Go Home!” diye bağırdığı ve yayınevimizin yeni açıldığı yıllardı… Yıl 1977 ve anarşinin cafcaflı, mermilerin yönünü şaşırdığı dönemlere geldiğimizde, siyasetin karanlık yüzü köşe başlarını tutmuştu. İnsanlar tedirgin ve korku içindeydiler. Bu yıllarda gençtik. Ne demiştik? Bisiklet! Mahallemizde bir bisiklet sevdasıdır gidiyordu. Her şey Fikri’nin ilk kırmızı bir bisiklet almasıyla başladı. O keyifli keyifli sürerken bizler de imrenerek bakıyorduk. Ondan bir tur rica edip aldığımızda bir uzaklaştık mı, dönmek bilmezdik. Dönüşte iyi bir fırçayı hak ediyorduk. Üstünde uçarcasına gitmek çok hoştu… Hayat iki tekerleğin üzerinde yağ gibi kayıp gidiyordu. Gençlik işte, hız tanımıyordu ki.. Delicesine sürüyorduk. O yıllarda ülkemizde bisiklet yolu olmayınca araçların arasına dalar, yerine göre yaya yolundan gitmek zorunda kaldığımızda karşımıza çıkanlarla yön yanılması sonrası çarptıklarımız da olurdu. O ilk yaptığım kazayı dün gibi anımsarım. Torunu ile el ele yürüyen bir Dede’ye çarpmamla torunu yana kaçarak kurtulmuştu. Torununun elinden kurtulan Dede önce sarhoşlar gibi yalpaladı, bedenin güçsüzlüğü toparlanmasına yetmemişti. Ben de bisiklet üzerinden birkaç metre sonra yalpalayarak düşmüştüm. Dedem sonbahar yapraklarının hafif esen rüzgârdaki sallanışı gibi birkaç kez sallanıp yerle buluşmuştu. Görünmez kaza mı diyelim, yoksa belediyenin bisiklet yolu yapmaması diyelim, artık olan olmuştu. Dede yerden zorlanarak kalkmaya çalışsa da beceremiyordu. Altı yaşlarındaki kız torunu elinden tuttu, ağırlığına yenik düşmüştü. Kaldıramadı. Neyse ki çevreden yetişenler dedeyi kaldırdıklarında Dede öyle söyleniyordu ki, orada durmamın, özür dilememin imkânı yoktu. Her an bastonu kafama yeme olasılığım oldukça yüksekti. Bisikleti toparladığım gibi oradan utanarak nasıl sıvıştığımı bilemedim.

Zaman geçtikçe arkadaşlarımın da bisikleti oldu. Ben de ikinci el Cobra marka yeşil renkli bir bisiklet aldım. Bisikletim ince tekerlekli, yarış bisikletlerini andırıyordu. Gidonunda kilometreyi gösteren aleti bile vardı. Arkadaşlarla Ankara’nın birçok mahallesine çete gibi dalıyorduk. Yokuşlu yerler tercihimizdi. Fren pabuçlarının inceliğini veya arızasını düşünmeden yokuş aşağıyı indiğimizde altmış kilometre ibresini geçtiğimiz de oluyordu. Gençlik laf dinler miydi? Çılgınlıktı yaptığımız! Kolej’deki ‘Doksanaltılar’ favori semtimizdi. Uzunca bir merdiveni tam da bizlere göreydi. Oradan takır tukur sesler arasında inmek çok eğlenceliydi. O yıllarda televizyonda sporla ilgili bir şey gördüğümüzde aynısını yapmadan duramazdık. Kayak şampiyonası mı izledik, kar yağdığı bir gün arkadaşlarla toplanıp bulduğumuz alüminyum perde kornişlerini ayağımıza göre kesip, tornavida ile yanlarından delip açarak kalın bir iple bağladıktan sonra Siyasal Bilgiler Fakültesi ile Hukuk Fakültesi arasındaki sokaktaki sıra sıra ağaçların arasından tıpkı sporcular gibi kayardık. Bir boks müsabakası mı izledik, uygun bir yere kalın ipleri gerip yaptığımız ringde yumruklaşmaya başlardık. Boks eldivenlerin kayganlığında suratımıza patlayan yumrukların sersemliği de başka oluyordu… Atletizm müsabakalarını izledikten sonra tıpkı atletler gibi giyinip hep birlikte Cebeci’den çıktığımız gibi Kızılay, Ulus, Samanpazarı, Hamamönü ve Dikimevi’nden dolanıp tekrar Cebeci’ye yorgun maratoncular gibi gelirdik. Yayınevimizin önüne yine kalın bir ip gerip file yapardık. Tenis raketi bulamasak da masa tenisi raketi ile maçlarımızı tamamlardık. İşte ne olduysa, o Akrobasi Çinlilerin gösterilerini izleyince oldu! Keşke görmez olsaydım. Ah Fikri, o kadar kiloyu almak zorunda mıydın? Bisikletime bir değil, iki değil, tam beş kişi binmiştik! Ellerimizi tıpkı akrobatlar gibi yana açınca o anda olanlar olmuştu! Arka tekerlek ‘fısss…’ diye sönüp sekiz olmuştu! Arkadaşlar gülüyorlardı ama benim içim kan ağlıyordu! Bisikletime daha sonra ne mi oldu? Dört yüz liraya aldığım bisikleti yüz liraya satmıştım. Bir daha da bisiklet almayı düşünmedim! Motoru hele hiç!

İki tekerlek üzerinde kayıp giden yıllarımız, yine de çok güzeldi…

Not: Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yazılarım E-Güven Şirketince tasdiklendiğinden izinsiz hiç bir yolla çoğaltılamaz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yapay Zeka Robot Olivia

            3028 yılında patlak veren Yedinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünya nüfusu sadece bir milyar kalmıştı. İnsanlar, bütün ülkelere sıçr...